ingiltere’de yüz elli altı hafta geçirmiş, londra’ya gönülden bağlanmış, ayrıca tur rehberliğinin de tadına bakmış biri olarak bu ilk ve kısacık londra seyahatiniz için birkaç öneride bulunacak, “o ağacın altı” veya “ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz” gibi detaylara girmemeye çalışacağım.
londra’ya iner inmez yapacağınız ilk şey havaalanından bir oyster ve tube map edinmeniz olsun. Bir de londra haritası tabii... londra’da
ulaşım için arabaya ihtiyacınız yok, trenlerle her yere hızlı ve rahat bir
şekilde gidebilirsiniz. ayrıca londra gerçekten küçük bir şehir… gitmek
istediğiniz yer zaten çoğu zaman bulunduğunuz yere yürüme mesafesinde olacak. bence taksilere de -fotoğraflarını çekmek dışında- hiç bulaşmayın. bu
kalabalık, hızlı, hareketli şehrin akışına kapılmak da gezinizin bir parçası olsun;
daha dinamik bir tur için siz de yürüyün ve trenleri kullanın (londra’da bir
yerden bir yere gitmeden önce, güzergâhınızdan emin değilseniz, yapacağınız şey journey planner’dan yardım almak).
otelde konaklayacaksanız, seçeceğiniz otelin herhangi bir tren
istasyonuna yakın olmasını önemseyin, yeter. zira trene atladıktan sonra her
yer çok yakın sizin için. mümkünse 2-5 dakika yürüme mesafesinde olsun tren
istasyonu; akşam otelinize yorgun döneceksiniz çünkü, yürümek artık işinize
gelmiyor olacak.
bu arada yemekler için de otele bağlı kalmayın. zaten ingiliz mutfağı diye bir şey yok sayılır. bence restoran keyfini de eve
döndükten sonra yaparsınız. londra’da gezerken kafelerden ve marketlerden
oldukça lezzetli ve sağlıklı yiyecekler alabilirsiniz. ama ünlü İngiliz aşçı jamie oliver’ı sevenler jamie’s italian’a gitmek isteyebilir belki, tanıdık
lezzetler arayan türk ziyaretçiler de piccadilly’deki kahve dünyası’na
uğrayabilir.
alışveriş için oxford street’i görün önce. oxford circus
durağından başlayın, bütün caddeyi yürüyün; marble arch’a geldiğinizde yiyecek
bir şeyler alıp kendinizi hyde park’a atıp dinlenin. henüz yorulmadıysanız ve
bütün günü alışverişe ayırdıysanız, avrupa’nın en büyük alışveriş
merkezlerinden biri olan westfield’a da gidebilirsiniz. marka meraklıları için bond street ve çevresi gezilmeye, görülmeye değer. ünlü markaların outlet
mekânı olarak bicester village’yi duymuş olabilirsiniz ama ben oraya gidip de
memnun kalmış çok az kişiyi tanıyorum. harrods ve selfridges de mutlaka uğramanız
gereken mağazalar. ayrıca covent garden ve tottenham court road da alışveriş
olanakları ile ünlü.
bence cumartesi gününüzün bir kısmını notting hill’deki portobello road market’a ayırmalısınız. zaten modern ingiliz havası solumak
istiyorsanız notting hill’i mutlaka görmeniz gerek (julia roberts’in kapısına
dayanıp hugh grant’ten kitap tavsiyesi aldığı kitapçıyı görün mesela). ayaküstü
yemek için pazarda harika şeyler var, geneli homemade bakery... yemek için
değil ama her zaman harika fresh-cut çiçekler de oluyor (seyahat sırasında
çiçek alıp ne yapabilirsiniz bilemiyorum tabii ama bulunmaz renkte bir orkideyi
bulup bir meraklısına getirebilirsiniz belki). pazar antika ve antin kuntin türlü ıvır zıvır üzerine kurulu genelde, ilgilinizi çekecek bir şeyler
mutlaka vardır. hediye alacaksanız onu da burada halletmek iyi olabilir. bu
arada harrods da iyi bir seçim hediye alışverişi için. hatta m&s bile
hediyelik yiyecekler (çikolata, kurabiye, çay vb.) için iyi bir alternatif. ilginç/kişiye özel bir şeyler alacaksanız camden town’a da uğrayabilirsiniz
(baskılı tişörtlerin âlâları için mesela).
kültür turunuzu da genel olarak yürüyerek yapacaksınız muhtemelen. london eye’a gittiğinizde big ben de parlamento binası ile birlikte zaten orada olacak. london eye ve big ben ziyaretinizden hemen sonra westminster’dan covent garden’a kadar yürüyün örneğin. national gallery’nin de önünden geçeceksiniz, atlamayın. yeri gelmişken, londra tam bir müze ve sergi cenneti... ama özel bir merakınız yoksa hepsini ziyaret etmek sizin için aylaklık olacak. en iyisi bir-ikisini seçip diğerlerini kafanızdan silin; seçeceklerinizden biri national gallery, diğeri victoria and albert museum olabilir.
bu arada buckingham palace’ı görmeyi de unutmayın (kraliçe
de sizi görecek. hatta şanslıysanız gitmişken siz de bir royal face
görebilirsiniz). ayrıca tower hill, highgate cemetery ve st paul's cathedral da
gidilmeye değer yerler arasında.
londra’da eğlence için mutlaka yapmanız gerekenlerin başında
bir müzikale gitmek var. singin’ in the rain, the lion king, billy elliot… birinden biri geziniz sırasında mutlaka sahneleniyordur. çok sevdiğiniz
şarkıcılardan/gruplardan birini canlı izlemeden de dönmeyin bence. akvaryum
ziyareti ve nehirde motor turu da değerlendirilebilir birer seçenek ama çok
gerekli olduklarını düşünmüyorum. bu arada london eye ve müzikal biletlerinizi
-madame tussauds biletiniz ile de birlikte- paket olarak internet üzerinden
alıp çok daha ucuza getirebilir, bilet kuyruklarında harcayacağınız vakitten
tasarruf edebilirsiniz (anahtar kelimeler: london attractions deals/tickets).
geziniz iki-üç günden uzunsa ve sadece londra ile sınırlamak
istemiyorsanız seyahatinizi, buradan günübirlik gezilere de çıkabilirsiniz. salisbury’de stonehenge’i yakından görebilir; bath, oxford veya cambridge’e
gidip biraz tarih koklayabilirsiniz. victoria coach station’dan kalkacak ilk
otobüste cam kenarı bir koltuk kapmanız yeterli, waterloo’ya gidip canınızın
çektiği bir trene de binebilirsiniz tabii.
iyi eğlenceler.
x
not: gezi yazısı yazayım mı böyle acaba? ya da ne yazayım? :/ (inşallah kendi kendime konuşmuyorumdur.)
1 yorum:
3 haftalık bir gezim olmuştu. Süper özet akıcı yazmissiniz. Okumaktan sıkılip verimsiz bir yazı olacağına bu tarz ile gezi yazısı yazmanız sizin farkıniz olacaktır. Tüm yazılarınızı bitirmesini ama Fas yoksa mutlaka yazın. Ve de dolar olmuş altıya takılmamak için yaşam tarzına nasıl çevrilebilir gibi bir bilginiz var ise yazarsanız sevinirim. Baya geziyorsunuz nakitle ise taktir ederim. Meslek ise daha çok taktir ve merak ederim.
Yorum Gönder